Gitti, bitti değil mi? Hatırlasana; çılgın eğlenceler, gecelerin sabahlarla buluştuğu, eve bile nasıl gittiğini hatırlamadığın, ertesi gün ( hem de bütün gün ) yaşama küstürecek kadar dünden kalma olduğun, canının hamburgerler, sosisliler, döner dürümler çektiği ama sadece 1 yağsız kaşarlı tost yiyebildiğin, kahve üstüne kahve içmek lazım ki ayılabileyim dediğim, hadi bunu ıslatalım deyip 2 kadeh daha rakı için bahaneler yarattığın, kendi evin değil de kankanın evinde uyandığın çılgın gençlik bitti, gitti.
İlkbahar bitiyordu yaza girmek üzereydik. Birden durdum, hissettim; beynimin içinde sanki kablolar vardı ve hepsi birbirine karışmıştı. Ama iki ayrı bölümde; sol taraftakiler dünyada yapacak şeylerin asla bitmeyeceğini, her gün kendime yeni bir istek, yeni bir hedefle yeni yollar açabileceğimin baskısındaydı. Sağ tarafsa belki bunun da yeni bir hedef olduğunun, tek kişi yaptığım her şeyi 2 kişi de yapabildiğimin, neden 3 kişi de yapamayacağımın kabul ettirmesindeydi. Ellerimde kağıtlar ofis masamı düzenliyordum. Bir yandan Uğur'un çocuk yapma isteği kulaklarımda, aklımda yankılanıp duruyordu. Sonra sağ elimle telefonda Uğur'u bulup ara tuşuna bastım.
-Hadi tamam çocuk yapalım!
-Tamam da ne oldu birden?
-Neyi bekliyoruz ki?
Bitmek bilmeyen hormonsal nevrozlarımın sonunda 9 ay 1 günlükken ameliyathanede açtım gözlerimi.
-Uyandınız mı?
-Çocuğum nasıl?
-Çocuğun çok iyi, toraman sapsarı bir erkek.
( İçimden : Sarı mı? Ne sarısı yahu?! Karıştırdı herhalde. ( Not : Uğur da ben de gayet beyaz tenli siyah saçlı insanlarız ))
Daha odaya girmemişti sedye. Kucağıma verdikleri minik adam bütün dünyamı aydınlattı o anda. Sarı, tombik bir erkek. Ah benim küçük erkeğim. Dünyam...
ANNE, BAK BEN ANNE OLDUM!
11 Kasım 2014 Salı
15 Ekim 2014 Çarşamba
AH DİŞ AĞRISI…
Evet
ben de yaşadım. Hem de ne fena. Dayan dayan dayan. Evin içinde volta atıyordum
bildiğin. Canım annem peşimde, Uğur ( normal olarak ) kış uykusunda J. Ağlamaya başlamıştım artık. Dayanamayıp Uğur’u
uyandırdım. 8. ayımdayım bu arada.
Gonca
: Uğur kalk hastaneye gitmemiz lazım.
Uğur :
Hı??
Gonca
: ( Ağlamaklı ) Uğur kalk dişim çok kötü. Hastaneye gitmemiz lazım.
Uğur :
( Gözlerini yarım yamalak açtıktan sonra ) Başka bir şey yok değil mi baby?
Gonca
: …
KIZ MI OLACAK ERKEK Mİ?
Ah
içimi yedi bitirdi bu soru. Aman kız olsun ya da ayy erkek olsun diye belirli
bir isteğim olmadı. Kararsızdım içimde. Kabulümdü her ikisinden biri. Ama… Bir
gün hastanede muayene sıramı beklerken 4-5 yaşlarında iki kız çocuğu ( belli ki
annelerini bekliyorlardı ) koridorda oynuyordu. Öyle tatlıydılar ki yüzümde bir
tebessümle izliyordum ikisini. Birden içimden biri seslendi bana ( Akrep burcu
olduğumu ve hislerimle çok hareket ettiğimi söylemiş miydim J ): Erkek olacak bu karpus çekirdeki ! Veeee…
CANIM PORTAKAL ÇEKTİ!!!
Hamileliğimin
ilk ayları yaz aylarına denk gelmişti.
Bizi hiç yalnız bırakmayan canım annem de bizim evde. Herkes bir yanda
pinekliyor. Yaşasın Pazar günü. Uzanmışım kanepeye, televizyon seyrediyorum ama
boş boş bakarak. Birden burnumun dibinde biri ucu tırtıklı bir bıçakla bir
portakal kesti sanki. Bütün kokusunu
burnumun deliklerinde, bütün suyunu elimde kolumda hissettim. Sanki bir vampir
filminden fırlamış kan kokusu almış bir vampir gibi yattığım yerden fırlayıp
‘Canım portakal çekti!’ dedim. Sessiz sessiz televizyon seyreden annem ve Uğur
zınk diye dönüp bana baktılar. Ve sağımda oturan koca denilen kişilikten cevap
geldi :
“Ben
sana şimdi bir şeftali keseyim. Kesmezse gider alırız.”
KARPUS ÇEKİRDEKİ
Bunu
bu şekilde görmeyeniniz var mı? Ben gördüm ve ‘Bu muuu?!’ dedim doktora.
Küçücük bir karpuz çekirdeğimiz vardı artık bizim. Hadi beni geç, Uğur’u geç,
bütün sülalesi silsilesi siyah beyaz bir ultrason görüntüsündeki karpuz
çekirdeğiyle aşk yaşıyordu artık.
Muayeneler, kontroller rutin gidiyordu her şey. Benim psikolojim hariç
her şey. Delirmiştim sanki. İçimden bir canavar çıkıyordu ara ara. Herkesle,
kendimle, her şeyle kavga ediyordum. Birilerini boğsam ancak rahatlardı içim.
Hamileliği stresli geçen annelerin bebeklerinin de bu durumdan etkileneceğini
okumuştum. Ama durduramıyordum içimi. Çocuk iyi mi, ben iyi miyim, kaç hafta kaldı,
ben neden kilo almıyorum ki, karnım neden büyümüyor, eli, kolu, bacağı tam mı
ki vs. vs. Delirmemek işten değildi.
ANNE, BAK BEN ANNE OLDUM!
‘Anaaaa
Gonca bu ne!sen ve anne olmak!Nede güzel yakışmış.benim bildiğim Goncaya bu tip
durumlar çok acayip gelirdi lisede iken.’ diye yazmıştı
bir arkadaşım doğumdan hemen sonra çekilmiş bir fotoğrafımın altına.
Evet; ben
ve anne olmak!
Biz
Uğur’la her şeyi tersten yaşadık. Çok garip tanıştık, 3 ay içinde evlenmeye
karar verdik. İşten güçten arta kalan zamanlarımızı hep birlikte geçirdik. Nisan 2008’de tanışıp, Temmuz 2009’da
evlendik. Uğur daha mezun olmamıştı. Ee tabi askerlik de vardı daha. Aşama aşama
hepsini birlikte atlattık. Önce okul bitti, diploma define sandığından en güzel
defineydi bize. Sonra askerlik geldi geçti. Askere gitmeden Uğur hep
dillendiriyordu, bir çocuk yapalım diye. Tabii ki askere gidecek kocayı karnım
burnumda beklemeyecektim. Hem hamilelik gibi zor bir dönemi neden yalnız
geçirecektim ki! Çocuk ortak sorumluluk demekti. Askerlik bitti, Uğur çocuk istemeye
devam etmeye, bense hala vaktimizin olduğunu ona anlatmaya çalışıyordum. Bana göre
hala birlikte yaşanması gereken şeyler vardı ( sanki şimdi, hala yokmuş gibi J ). Bir gün ofiste
masamı toplarken içimden biri çıkıp karşıma geçti sanki, öylece koltuğa
yığılıverdim. Tamam dedi bana daha ne bekliyorsun ki. Tamam dedim ben de. Telefonu
aldım, Uğur’u aradım. ‘Hadi çocuk yapalım!’ dediğimde tükürüğüyle boğulmamak istermişçesine
gülerek ‘Hayırdır?’ dedi bana. Bilmiyorum dedim. Bilmiyordum da. Hala da bilmiyorum.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)