15 Ekim 2014 Çarşamba

AH DİŞ AĞRISI…

Evet ben de yaşadım. Hem de ne fena. Dayan dayan dayan. Evin içinde volta atıyordum bildiğin. Canım annem peşimde, Uğur ( normal olarak ) kış uykusunda J. Ağlamaya başlamıştım artık. Dayanamayıp Uğur’u uyandırdım. 8. ayımdayım bu arada.

Gonca : Uğur kalk hastaneye gitmemiz lazım.

Uğur : Hı??

Gonca : ( Ağlamaklı ) Uğur kalk dişim çok kötü. Hastaneye gitmemiz lazım.

Uğur : ( Gözlerini yarım yamalak açtıktan sonra ) Başka bir şey yok değil mi baby?

Gonca : …

 

KIZ MI OLACAK ERKEK Mİ?


Ah içimi yedi bitirdi bu soru. Aman kız olsun ya da ayy erkek olsun diye belirli bir isteğim olmadı. Kararsızdım içimde. Kabulümdü her ikisinden biri. Ama… Bir gün hastanede muayene sıramı beklerken 4-5 yaşlarında iki kız çocuğu ( belli ki annelerini bekliyorlardı ) koridorda oynuyordu. Öyle tatlıydılar ki yüzümde bir tebessümle izliyordum ikisini. Birden içimden biri seslendi bana ( Akrep burcu olduğumu ve hislerimle çok hareket ettiğimi söylemiş miydim J ): Erkek olacak bu karpus çekirdeki ! Veeee…
 

CANIM PORTAKAL ÇEKTİ!!!


Hamileliğimin ilk ayları yaz aylarına denk gelmişti.  Bizi hiç yalnız bırakmayan canım annem de bizim evde. Herkes bir yanda pinekliyor. Yaşasın Pazar günü. Uzanmışım kanepeye, televizyon seyrediyorum ama boş boş bakarak. Birden burnumun dibinde biri ucu tırtıklı bir bıçakla bir portakal kesti sanki.  Bütün kokusunu burnumun deliklerinde, bütün suyunu elimde kolumda hissettim. Sanki bir vampir filminden fırlamış kan kokusu almış bir vampir gibi yattığım yerden fırlayıp ‘Canım portakal çekti!’ dedim. Sessiz sessiz televizyon seyreden annem ve Uğur zınk diye dönüp bana baktılar. Ve sağımda oturan koca denilen kişilikten cevap geldi :

“Ben sana şimdi bir şeftali keseyim. Kesmezse gider alırız.”

KARPUS ÇEKİRDEKİ




Bunu bu şekilde görmeyeniniz var mı? Ben gördüm ve ‘Bu muuu?!’ dedim doktora. Küçücük bir karpuz çekirdeğimiz vardı artık bizim. Hadi beni geç, Uğur’u geç, bütün sülalesi silsilesi siyah beyaz bir ultrason görüntüsündeki karpuz çekirdeğiyle aşk yaşıyordu artık.  Muayeneler, kontroller rutin gidiyordu her şey. Benim psikolojim hariç her şey. Delirmiştim sanki. İçimden bir canavar çıkıyordu ara ara. Herkesle, kendimle, her şeyle kavga ediyordum. Birilerini boğsam ancak rahatlardı içim. Hamileliği stresli geçen annelerin bebeklerinin de bu durumdan etkileneceğini okumuştum. Ama durduramıyordum içimi.  Çocuk iyi mi, ben iyi miyim, kaç hafta kaldı, ben neden kilo almıyorum ki, karnım neden büyümüyor, eli, kolu, bacağı tam mı ki vs. vs. Delirmemek işten değildi.

ANNE, BAK BEN ANNE OLDUM!


Anaaaa Gonca bu ne!sen ve anne olmak!Nede güzel yakışmış.benim bildiğim Goncaya bu tip durumlar çok acayip gelirdi lisede iken.’ diye yazmıştı bir arkadaşım doğumdan hemen sonra çekilmiş bir fotoğrafımın altına.
Evet; ben ve anne olmak!

Biz Uğur’la her şeyi tersten yaşadık. Çok garip tanıştık, 3 ay içinde evlenmeye karar verdik. İşten güçten arta kalan zamanlarımızı hep birlikte geçirdik.  Nisan 2008’de tanışıp, Temmuz 2009’da evlendik. Uğur daha mezun olmamıştı. Ee tabi askerlik de vardı daha. Aşama aşama hepsini birlikte atlattık. Önce okul bitti, diploma define sandığından en güzel defineydi bize. Sonra askerlik geldi geçti. Askere gitmeden Uğur hep dillendiriyordu, bir çocuk yapalım diye. Tabii ki askere gidecek kocayı karnım burnumda beklemeyecektim. Hem hamilelik gibi zor bir dönemi neden yalnız geçirecektim ki! Çocuk ortak sorumluluk demekti. Askerlik bitti, Uğur çocuk istemeye devam etmeye, bense hala vaktimizin olduğunu ona anlatmaya çalışıyordum. Bana göre hala birlikte yaşanması gereken şeyler vardı ( sanki şimdi, hala yokmuş gibi J ). Bir gün ofiste  masamı toplarken içimden biri çıkıp karşıma geçti sanki, öylece koltuğa yığılıverdim. Tamam dedi bana daha ne bekliyorsun ki. Tamam dedim ben de. Telefonu aldım, Uğur’u aradım. ‘Hadi çocuk yapalım!’ dediğimde tükürüğüyle boğulmamak istermişçesine gülerek ‘Hayırdır?’ dedi bana. Bilmiyorum dedim. Bilmiyordum da. Hala da bilmiyorum.