11 Kasım 2014 Salı

Hiç pişman değilim Hakim Bey!

Gitti, bitti değil mi? Hatırlasana; çılgın eğlenceler, gecelerin sabahlarla buluştuğu, eve bile nasıl gittiğini hatırlamadığın, ertesi gün ( hem de bütün gün ) yaşama küstürecek kadar dünden kalma olduğun, canının hamburgerler, sosisliler, döner dürümler çektiği ama sadece 1 yağsız kaşarlı tost yiyebildiğin, kahve üstüne kahve içmek lazım ki ayılabileyim dediğim, hadi bunu ıslatalım deyip 2 kadeh daha rakı için bahaneler yarattığın, kendi evin değil de kankanın evinde uyandığın çılgın gençlik bitti, gitti.

İlkbahar bitiyordu yaza girmek üzereydik. Birden durdum, hissettim; beynimin içinde sanki kablolar vardı ve hepsi birbirine karışmıştı. Ama iki ayrı bölümde; sol taraftakiler dünyada yapacak şeylerin asla bitmeyeceğini, her gün kendime yeni bir istek, yeni bir hedefle yeni yollar açabileceğimin baskısındaydı. Sağ tarafsa belki bunun da yeni bir hedef olduğunun, tek kişi yaptığım her şeyi 2 kişi de yapabildiğimin, neden 3 kişi de yapamayacağımın kabul ettirmesindeydi. Ellerimde kağıtlar ofis masamı düzenliyordum. Bir yandan Uğur'un çocuk yapma isteği kulaklarımda, aklımda yankılanıp duruyordu. Sonra sağ elimle telefonda Uğur'u bulup ara tuşuna bastım.

-Hadi tamam çocuk yapalım!
-Tamam da ne oldu birden?
-Neyi bekliyoruz ki?

Bitmek bilmeyen hormonsal nevrozlarımın sonunda 9 ay 1 günlükken ameliyathanede açtım gözlerimi.

-Uyandınız mı?
-Çocuğum nasıl?
-Çocuğun çok iyi, toraman sapsarı bir erkek.
( İçimden : Sarı mı? Ne sarısı yahu?! Karıştırdı herhalde. ( Not : Uğur da ben de gayet beyaz tenli siyah saçlı insanlarız ))

Daha odaya girmemişti sedye. Kucağıma verdikleri minik adam bütün dünyamı aydınlattı o anda. Sarı, tombik bir erkek. Ah benim küçük erkeğim. Dünyam...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder